ATA-GENÇ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ATA-GENÇ


 
AnasayfaPortalGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
devran

devran


Kadın
Mesaj Sayısı : 425
Yaş : 34
Nerden : istanbuldan
Kayıt tarihi : 24/01/08

ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ? Empty
MesajKonu: ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ?   ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ? Icon_minitimePerş. Şub. 21 2008, 19:48

KÖPEK DİŞLERİ
Düşünün bir; yaşadığınız şehirde geziyorsunuz ve uzaktan bir köpek ağzında büyükçe bir şeyle sallana sallana size doğru yaklaşıyor. Ağzındaki o kocaman şeyin ne olduğunu merak ediyor ve size yaklaştıkça gözlerinizi biraz daha kısarak anlamaya çalışıyorsunuz. Ve size iyiden iyiye yaklaşıyor, yaklaşıyor, yaklaşıyor... Bir de bakıyorsunuz ki, ağzındaki o kocaman şey kopmuş bir insan kolu. Hayır; bu bir korkulu rüya değil. Korku filmi senaryosu hiç değil. Tamamen gerçek!

Yer Burdur cezaevi: zulme karşı haykıran devrimci tutsaklara dozer ve kepçelerle duvarları yıkarak askerler saldırır. Bu saldırıda 23 yaşındaki bir gencin, Veli Saçılık’ın kolu bedeninden kopartılır. Kol kopar ve cezaevi içinde kalmaz. Adeta sokağa atılır. İşte o köpeğin ağzında sokaklarda dolaştırdığı kol gerçektir. Bugünkü türkiyenin cezaevleri ve zulüm gerçeğidir.

Köpeğin burada bir suçu var mı? Onca insanın cezaevlerinde yaşadığı zulüm ve işkencenin ve bunlara karşı direnişe geçerek açlık ve ölüm oruçlarına başlamalarının ciddi bir haber değeri bile olmadığı bir sağır ve kör toplumsallık yaşanıyor. Sosyal ve toplumsal felçleştirilmenin depolitizasyonu cezaevlerinde yaşanan onlarca ölüme at gözlüğü ile bakılmasıyla sonuçlanıyor. Ciddi haber değeri olan gazetelerin olmadığı bir coğrafyanın köpekleri öyle filmlerde felan görüldüğü gibi ağızlarıyla gazete taşımıyor. Onun yerine haberin bizzat kendisini getiren köpekler çıkabiliyor. O köpeğin dişlerinin arasında taşıdığı Veli Saçılık’a ait kopuk kol türkiyenin ve cezaevlerinin katıksız ve hiç abartısız bir gerçeğidir...
***
DÜN’E DAİR KISA BİR BİLANÇO
12 eylül askeri darbesi yakın tarihe cezaevleri açısından da önemli bir kara damga vurmuştur. Özellikle siyasi mahkumlar, resmi statü olarak reddedilmekle birlikte, baskı, zulüm, işkence ve katledilişleri açısından tam anlamıyla tutsak (savaş esiri) uygulamalarına maruz kaldılar. İlk tecrit/hücre tipi uygulamaları ve “içeride”kileri birbirleri ile görüştürmeme uygulamaları askeri cezaevleri “laboratuar”ında denenmiştir.

Denenen bir başka şey ise, 12 eylül askeri darbecilerinin “bonapartist tarafsızlığı”ndan kısmen de olsa paylarına düşeni alan faşist MHP’liler ile devrimcileri bir arada tutma çalışılması oldu. Bu uygulamaya “karıştır/barıştır” adı verildi.

Hücre cezası cezaevlerinin tarihine denk düşen bir geçmişe sahiptir. Hatta mahkemeler tarafından da özel olarak hücre cezası verilir ki 12 eylülün askeri mahkemelerinin bu yönde epeyce kararı mevcuttur. Burada sözünü etmiş olduğumuz ve özellikle de Ankara/Mamak askeri cezaevinde hayata geçen ve adı da kendi gibi tecrit olan uygulama, belirlenmiş bir süreyi içermemektedir. Diğer hücre/tecrit cezası “cezaevi içinde daha ağır bir cezaevi yaratmaya dönük” ve onların tabiri ile “ıslah” etmeye, “kurallara ve idareye itaat ettirme”ye yöneliktir. Belirli bir süreyi içerir. Oysa sözünü ettiğimiz Mamak cezaevi uygulamasında söz konusu olan tecrit geçici ve tek bir olaydan kaynaklanan “kural dışılığı” cezalandırmak amacını taşımaz. Sürekli ve kalıcı bir tecrit durumunu içerir.

Mamak askeri cezaevinde, “koğuş” bölümlerinde de uygulanmakla birlikte, özellikle A/Blok’taki tecritlerde bir devrimci tutsak ile bir faşist (MHP’li) küçücük bir tek odadan oluşan bölümde bir arada tutuldular. Devrimci tutsaklar o dönemlerde de bu duruma direndiler, “tek tip elbise” uygulaması ve “asker statüsünde marş okutma” gibi, “tekmil verme zorunluluğu” gibi uygulamalara karşı “içeri”deki insanın sınırlı ve zorunlu mücadele araçlarından biri olan açlık grevleriyle karşı koydular.

Mamak askeri cezaevindeki asker olan zindancı zihniyetinin olağan ve kalıcı bir uygulaması olan tecritlere açıklık getirebilecek bir diğer husus ise, burada söz konusu tecritlerin dışında ayrıca tabutluk denilen ve gerçekten de bir tabutun boyutlarına yakın olan hücrelerin varlığıdır. Bu tabutluklara birinin atılabilmesi için, ancak dizkapağı hizasına gelebilen kapıdan içeri sokulabilmesi gerekirdi ki, buraya hangi işkenceler sonucu sokulabileceği hayal edilebilir... Kısaca tecrit olağan bir uygulama haline getirildi. Tabutluklar da buralarda bulunan tutsaklara uygulanan hücre cezalarıydı.

Devrimcilerin bu işkence ve zulme direnmesi en temel refleksleridir elbette. Ama, belki bugün inanılmaz gelecek olan şey; devrimcilerin ölümüne bir inat ve kararlılıkla gösterdiği bu direniş faşistlerin bile hayranlığını ve takdirini kazanmıştı. Tabiî ki; onlar, orada, kendi mantıklarına göre “kazara”, en ilerisinden ise “haksızlıkla” bulunuyorlardı ve kendi “muhteşem ve de kahraman ordularının” o korkunç zulmüne ürpererek bakmaktan öte karşı koymayı, direnmeyi akıllarından bile geçiremiyorlardı. Yıllar sonra faşist/katliamcı Haluk Kırcı Mamak askeri cezaevine dair şunları yazar: “mamak askeri cezaevinde yaşadıklarını, görüp geçirdiklerini hiçbir zaman unutmadılar. Eli kolu bağlı insanlara, kendi psikolojik sıkıntıları yüzünden, manasız ve adaletsiz ölçülerde muamele eden ve akla gelmedik işkenceler yapan kuvvet ehlini hiç unutmadılar.”
***
*İHD (İnsan Hakları Derneği) Cezaevleri Raporuna göre 1981-1995 tarihlerinde cezaevlerinde elli’den fazla insan öldürüldü. Bunlar “eceliyle”, yani sağlık v.b gibi surunları nedeniyle ölümler değil. Raporda, bu sayının içine açlık grevleri ve ölüm oruçları nedeniyle oluşan kayıplar da dahil değil.

*İstanbul/Metris cezaevinde 1981 tarihinde 18 gün, 1982 tarihinde 28 gün, 1983 tarihinde 26 gün süren açlık grevi ve 1984 tarihihde 75 gün süren açlık grevi direnişi yaşandı.

*Diyarbakır cezaevindeki açlık grevi 43 gün sürdü.

*Ankara/Mamak askeri cezaevinde 42 gün açlık grevi yapıldı.

*1984 yılına kadar cezaevlerindeki açlık grevlerinde 12 ölüm var. Bu süreç; 12 eylül “ara rejim”i dir.

*12 eylül “ara rejim”i ana rejime dönüştürüldü ve attığı temeller birçok noktada kalıcı olarak (anayasa ile birlikte) kurumlaştırıldı. Bu, tabiî ki; ilk önce cezaevlerinde kendini gösterdi. 1987 yılında yine birçok cezaevinde 40 günü aşan açlık grevleri yapıldı ve cezaevlerinin baskı koşullarına karşı direniş yaşandı.

*1989 yılında Eskişehir özel tip cezaevinde baskı ve yoğunlaşan işkencelere karşı 52 gün süren açlık grevi ile cevap verildi. Bu açlık grevi 35. gününde iken, bir saldırı ile tutsaklar Aydın cezaevine, dayak ve sürüklenerek, sürgüne gönderildi. Bu “ölüme sevk”te iki tutsak, ring adı verilen sevk araçlarının içinde öldürüldü.

*1995 yılında yeni açılan Yozgat cezaevindeki baskı ve işkencelere karşı yaklaşık 50 güne varan açlık grevi yapıldı.

*1995 yılının uzun süreli açlık grevleri içinde Diyarbakır cezaevi 50 gün, Konya cezaevi 36 gün ile yer aldı.

*12 eylül 1995 tarihinde bir saldırıda ciddi bir kitlesel kıyımla Buca cezaevinde 3 kişi katledilir.

*4 ocak 1996 yılında ki Ümraniye kıyımında katledilenlerin sayısı ise 4 olur. Mehmet Ağar adalet bakanıdır…

*1996 yılında 50’nin üstünde cezaevinde açlık grevleri başladı ve yaklaşık 70 gün sürdü. Gitgide; açlık grevleri sürelerinde ve oranlarında bir artış yaşandı. Mehmet Ağar adalet bakanlığını din taciri ve Sivas katliamı katillerinin avukatı Şevket Kazana devretmişti. Kim gelirse gelsin devlet politikası hep aynı kaldı. Adalet Bakanı Kazanın “cezaevi kantininde ne varsa almışlar, ne açlık greviymiş; gizli gizli yiyiyorlar” açıklamalarıyla birlikte 12 tutsağın ölüm haberleri arka arkaya gelmeye başladı. Tabiî yine çok sayıda felç, sakat, bitkisel hayatla sonuçlananlarla birlikte...

*24 eylül 1996 tarihindeki cezaevi katliamının yeri bu kez Diyarbakır zindanıdır ve “Gaziantep sevkine direndikleri” gerekçesi ile 10 tutsak öldürülür.
*1998 yılında ise Erzurumda başlayan açlık grevi 55 gün sürdü.
Bu dökümler İHD ve ÇHD’nin cezaevleri raporundan yansıyan ve açlık grevlerinin/ölümlerin belli başlı olanlarına ışık tutanlar. Elbette bilanço burada sıralamaya çalıştıklarımızla da sınırlı değil...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
devran

devran


Kadın
Mesaj Sayısı : 425
Yaş : 34
Nerden : istanbuldan
Kayıt tarihi : 24/01/08

ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ? Empty
MesajKonu: Geri: ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ?   ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ? Icon_minitimePerş. Şub. 21 2008, 19:51

BUGÜNE DAİR
1999 yılında Ankara/Ulucanlar cezaevinde devrmci tutsaklara karşı askerler ve “terörle mücadele” polis timlerince düzenlenen silahlı saldırıda 11 kişi katledildi. Cezaevi hamamına sürüklenerek götürülen yaralı tutsaklar, burada işkenceli sorguya tabi tutuldular ve kafalarına adeş edilerek, boğazları kesilerek infaz edildiler. Aynı olayda çok sayıda tutsak yaralandı. Ardından da bu yaralılara devletin “adil” ve “şefkatli” kolları, “bağımsız yargı organları” isyan suçundan dava açtı. Bu katliamı, Burdur cevzaevi operasyonu izledi ve bugünlere geldik…

12 eylül sonrasında denenen ve Mamak askeri cezaevi örneğinde değindiğimiz tecrit uygulaması 12/04/1999 tarihli terörle mücadele yasasının 16. Maddesi uyarınca yasallaştırılarak devrimci tutsaklara dayatıldı. Bu temelde tecrit uygulamalarını hayata geçirebilecekleri F Tipi Cezaevlerinin yapımına hız verildi. 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 16. Maddesi tutsakların aldıkları “ceza”nın infazını ilişkindir ve şunları içerir; “A- Tek kişilik ve 3 kişilik oda sistemine göre inşa edilen özel infaz kurumlarında (cezanın) infaz edileceği, B- Bu kurumlarda açık görüş yaptırılmayacağı, tutuklu ve hükümlülerin birbirleriyle irtibatına ve diğer hükümlü ve tutuklularla irtibatına engel olunacağı, açıkça hüküm altına alınmıştır…”

Bu temelde yoğunlaşan devlet/hükümet çalışmalarına sistem içi sivil toplum örgütlerinden, mesleki kuruluşlardan gelen muhalif eleştiriler ise, gündeme dahi oturmadı. En son üç MGK hükümeti boyunca da, bu hazırlık ve F Tipi Cezaevlerinin yapımı hızla sürdü.

Devrimci tutsakların F Tipi Cezaevi uygulamalarına karşı duyarlılığı, bu hazırlıkların hızlanması üzerine “teslim olmayacağız, direneceğiz” şiarları ile açlık grevleri ile bir cezaevleri direniş hareketine dönüştü.

DEVRİMCİ TUTSAKLARIN, GREVİNİN TALEPLERİ
*-F Tipi Hücre Hapisanelerin Kapatılması,

*-3713 sayılı anti-terör yasasının tüm sonuçlarıyla kaldırılması,

*-İçişleri, adalet ve sağlık bakanlığının cezaevleriyle ilgili yaptıkları üçlü protokolün iptali,

*-DGM’lerin kapatılması,

*-Değişik tarihlerde Buca, Ümraniye, Ulucanlar, Burdur Hapishanelerindeki ölümlerden ve ağır yaralanmalardan sorumlu olanların yargılanması,

*-Rahatsızlıkları sabit olan, 1996 ölüm orucu sonrası rahatsızlıkları süren, çeşitli saldırılarda yaralanan ve tedavi edilmeyen tutukluların salıverilmesi,

*-İşkencecilerin yargılanması,

*-Halkların demokrasi ve özgürlük mücadelesi önündeki tüm anti-demokratik yasaların iptal edilmesi,

*-Baskılara son verilmesi.

Bu taleplere devlet “imha planı”nı uygulamaya hazırlandığını hissettirerek cevap verdi.

Bu arada hükümet ve kalemşörleri “f tiplerinin konfor”undan başlayıp “yüksek insani standartları”na uzanan ve “avrupa’dan örnek aldık”larını vurgulayan ve kıyaslayan ideolojik ve psikolojik savaşa start verdiler.
Adalet ve içişleri bakanları müdahale ve operasyon hazırlıklarının mesajlaranı vererek devrimci tutsaklara teslim olma yönünde çağrılara başladılar. Özel harekat, özel tim, MİT; jitem, jandarma, askeri kurmaylar, genel kurmay öncülüğünde üst düzeyde bir koordinasyon oluşturarak operasyon hazırlıklarına başladı. Bu hazırlıklar, tek tek çıkarılan cezaevi maketleri üzerinde prova edildi. Dozerler, kepçeler, ambulanslar, hastaneler ve skorski -askeri operasyon helikopterleri- özel olarak hazırlandı. Basına haber yasağı konuldu. DGM’nce yasak kararları alındı. İçişleri bakanı daha sonra “bu operasyona bir yıldır hazırlandıkları”nı itiraf etti.

Böylece; “sel, deprem ve afet gibi doğal hallere yöneliktir” diye lanse edilen kriz yönetimi, asıl muradına erdi ve uygulamaya konuldu. Cumhuriyet başsavcısı gelişen ve gelişecek olaylara dair, “yetkilerimin dışında” açıklamalarına başvurdu.

Adalet bakanı zaman kazanmak için, arabulucuları kabul etti; “f tipleri, eleştiriler yönünde düzeltilmeden uygulamaya konulmayacaktır” yolunda sözler verdi ve “insani”, “yumuşama” izlenimleri yaratmayı denedi..

Devrimci tutsakların açlık grevi direnişlerinin 6o. günlerinde, 18’i 19’a bağlayan aralık gecesinde, “beklenen” operasyona başlandı. Operasyonun adı da, kendi gibi bir devlet yalanı ve talanına denk düşüyordu: “Hayata Dönüş Operasyonu”

19 ARALIK 2000 / BAYRAMPAŞA CEZAEVİ OPERASYONU
Operasyona 18’i 19’una bağlayan gece başlar. Gece bütün cezaevi personeli dışarı çıkarılarak yerlerine özel tim polisleri ve özel harekattan askerler yerleştirilir. Çatılara yerleştirilenler ise ‘beton bombası’ ve matkaplarla yukarıdan parçalama ve delme işlemine hazırlanırlar.

İLK KURŞUN
Çatıdaki operasyon timlerini ilk fark eden tutsaklardan Ali Ekber Düzova, “durumu diğer tutsaklara bildirmesine engel olmak için” açılan ateşle operasyonda ilk vurulan kişi olur.

KADINLAR ALEV ALEV
Özel timler saldırılarına ilk hedef olarak kadın tutsakların kaldıkları C/Blok’u seçerler. Çatıda açılan deliklerden ve iş makinaları ile yıkılan duvarların gediklerinden silahlarla taranan kadın tutsaklara ardından bombalar yağdırılarak saldırılır. Kadın tutsaklar operasyon sonrası ifadelerinde bu bombaları “sinir, yangın, biber gazı ve göz yaşartıcı bombalar” olarak belirtirler. Kadınların bölümüne daha sonra “sıvı ve toz halinde beyaz bir kimyasal madde püskürtülür” ve ardından timler püskürttükleri bu “kimyasal maddeleri dışarıdan lav silahları ile tutuşturur”lar. Aniden yükselen alevler kadın tutsakların bedenlerini yutmaya başlar. Ardından atılan sis bombaları göz gözü görmez bir duman tabakası oluşturur ve kaçış imkanı azalır. Kaçışı azaltan bir diğer faktör ise kadın tutsakların kendilerini korumak amacı ile kapılara yığdıkları çelik dolaplarla oluşturdukları barikat olur. Hızla yayılan ve tüm koğuşu saran alevler ve ateşin harareti çelik dolapların kapı önünden uzaklaştırılışını engeller. Devam eden bomba, kurşun yağmuru ve alevler içinde tutuşan kadın tutsaklar birbirlerini söndürmeye çalışırlar. Bu arada tüm cezaevine “bizleri diri diri yakıyorlar, yanıyoruz” diye haykırırlar. Bütün güçlüğüne rağmen iki-üç kadın çelik dolapları koğuş kapısından çekmeyi geçde olsa başarır. Havalandırmaya çıkarlar, içeride yanan ve bayılan arkadaşlarını da havalandırmaya götürürler. Fakat bu süre içinde içlerinden beş’i kömürleşecek ve tanınmayacak şekilde yanarak ölmüştür. Bu beş kişiye eklenen aynı koğuştaki altıncı ölüm ise kimyasal tozlardan ve gaz bombalarından zehirlenerek olur. Operasyonun devletçe gerçekleştirilen ilk toplu katliamının ürünleri altı kadın tutsağın tanınmayacak durumdaki bedenleridir. Kadınların alevler içinden çıktıkları havalandırmaya yoğun bir şekilde itfaiye araçlarından su püskürtülür. Bu sular özellikle yangının çıkartıldığı koğuşa değil, havalandırmaya çıkanların üzerine ve “direnci kırmak” amacı ile sıkılır. Tutsaklardan Hamide Öztürk’ün aktarımı şöyledir: “en son yoğun gaz bombalarından sonra o yoğun gaz içine yangın bombaları sıktılar, hepimiz kendimizden geçmiş, kimimiz bayılmıştık. Aynı anda alevler içinden kendilerine gelen arkadaşlar bizi kapıya yöneltti. Çıkabilenler geri gelip diğer arkadaşları kurtarmaya çalıştılar. En son baktığımızda artık alevlerden hiç bir şey görünmüyordu. Gülser kapının ağzında alev alev yanmıştı. Gülseren, Özlem, Safinur, Seyhan, Nilüfer ve Gülser alevler içinde diri diri yandılar. Hepimizi yakmaya çalıştılar...” Filiz Gencer ise: “bombalar hala atılıyordu. Bu kez yoğun biçimde ses bombası atıldı. Yine sarı duman yayan gaz bombası ve yangın bombaları atılmaya başladı. Arka ranzalar yanıyordu. Mazgallardan da alev fışkırıyordu...” diye anlatıyor
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
devran

devran


Kadın
Mesaj Sayısı : 425
Yaş : 34
Nerden : istanbuldan
Kayıt tarihi : 24/01/08

ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ? Empty
MesajKonu: Geri: ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ?   ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ? Icon_minitimePerş. Şub. 21 2008, 19:53

OPERASYON GENİŞLİYOR
Kadınların bulunduğu bölümden cezaevindeki erkeklerin bulunduğu iç kesimlere ilerleyen özel timler, aynı tarzla koğuş duvarlarını delerek bomba ve otamatik silahlarla saldırırlar.

İki devrimci tutsak; Aşur Korkmaz ve Fırat Tavuk operasyonu protesto etmek amacıyla, ölümden öte yol yok dercesine bedenlerini ateşe vererek timlerin karşısına çıkarlar. Özel tim elemanları bu iki canlı meşaleye ateş açarak delik deşik eder.
Operasyon aynı şekilde tüm cezaevine yayılır.
BAYRAMPAŞA CEZAEVİ ÖLÜM BİLANÇOSU:
1- Nilüfer Alcan: Gaz ve sis bombaları ile,
2- Cengiz Çalıkoparan: Açılan ateş sonucu,
3- Murat Ördekçi: Açılan ateş sonucu,
4- Ali Ateş: Açılan ateş sonucu,
5- Mustafa Yılmaz: Açılan ateş sonucu,
6- Safinur Tezgel: Yakılarak,
7- Gülseren Yazgül Öztürk: Yakılarak,
8- Seyhan Doğan: Yakılarak,
9- Özlem Ercan: Yakılarak,
10- Aşur Korkmaz: Protesto için kendini yakarken kurşunlanarak,
11- Fırat Tavuk: Protesto için kendini yakarken kurşunlanarak ÖLDÜRÜLDÜLER.
Bayrampaşa operasyonunun bilançosu 12 ölü.
***
OPERASYON YAPILAN 20 CEZAEVİ VE ÖLÜM BİLANÇOSU:
1-ADANA/CEYHAN Kürkçüler Cezaevi: 1 ölü
2-ANKARA/ULUCANLAR Cezaevi
3-AYDIN E Tipi Cezaevi
4-BAYRAMPAŞA E Tipi Cezaevi: 12 ölü
5-BURSA Özel Tip Cezaevi: 2 ölü
6-ÇANAKKALE E Tipi Cezaevi: 4 ölü
7-ÇANKIRI Merkez Kapalı Cezaevi: 2 ölü
8-İZMİR/BUCA Kapalı Cezaevi
9-İZMİT/GEBZE Kapalı Cezaevi
10-K.MARAŞ/ELBİSTAN Kapalı Cezaevi
11-NAZİLLİ Kapalı Cezaevi
12-NEVŞEHİR Kapalı Cezaevi
13-NİĞDE Kapalı Cezaevi
14-UŞAK Kapalı Cezaevi: 2 ölü
15-ÜMRANİYE E Tipi Cezaevi: 7 ölü
16-KONYA/ERMENEK Cezaevi
17-KIRŞEHİR Cezaevi
18-SİNOP/BARTIN Cezaevi
19-YOZGAT Kapalı Cezaevi
20-MALATYA Kapalı Cezaevi
19 Aralık 2000 Tarihinde 20 Cezaevindeki Operasyonunun Bilançosu: 30 ÖLÜM.

YARALILAR:
Ayrıca; operasyonlardan sonra çok sayıda yaralı vardır ve bunların çoğu hastaneye bile kaldırılmamışlardır. Hastaneye kaldırılan ve tespit edilebilen yaralı sayısı 237’dir.

Operasyonlar sonrasında hiç hastaneye kaldırılmayan, işlem yapılmadığı için kayıtlara geçmeyen birçok yaralı, çok sonraları avukat ziyaretlerinde ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunların içinde darp ve dayak izleri dışında; parmağı kopan, vücudunda, atılan bombaların şarapnel parçalarını taşıyan, kurşun yarası olan ve yanık izleri taşıyan çok sayıda tutsak da vardır. Bunlar ve diğer operasyon bilgileri çok sonraları kayda geçirilmiştir. Toplanan bilgiler ÇHD (Çağdaş Hukukçular Derneği)nin İstanbul Şubesi “Cezaevleri Çalışma Komisyonu Raporu”nda yayınlanmıştır.

Operasyon sonrasında yaralananlar çıplak hale getirilerek elleri özel tip bir kelepçeyle (kör/amerikan kelepçesi) kelepçelenmiştir. Bu esnada bazı erkek tutsaklar jop’la tecavüze uğramıştır.
***
OPERASYONLAR SONRASI F TİPLERİNE SEVK
19 aralık tarihinde eşzamanlı 20 cezaevinde başlayan operasyonlar sonrasında devrimci tutsaklar F Tipi cezaevlerine sevk edilmek için önceden hazırlanan plana göre işlemlere tabi tutulmuşlardır.

Küfür, aşağılama ve dayaklarla (kör/amerikan kelepçesi ile) kelepçelenmişlerdir Kelepçelerin fazlaca sıkıştırma özelliğinden dolayı kan dolaşımı kesilmiş, bileklere oturarak yara olmasına yol açmış ve bir çoğu bayılmıştır.
Islak ve yarı çıplak vaziyette aralık ayının kış soğuğunda cezaevi sevk araçlarına, ringlere atılmış ve sürekli olarak askerlerin yoğun dayaklarına uğramışlardır.

Cezaevinden ring araçlarına, ringlerden cezaevlerine götürülüşleri asker ve özel tim birliklerinin oluşturduğu etten koridorlardan gerçekleşmiş, dayak işlemleri bu koridorlarda devam etmiştir.

Sonuç:
*Operasyonlar 1 yıllık hazırlık sonucunda 20 cezaevinde aynı yöntemlerle ve eşzamanlı olarak yapılmıştır.

*Operasyon 12 aralıkta alınan kararla kesinleştirilerek tarihi belirlenmiş ve 19 aralıkta uygulanmıştır.

*Operasyona 8 jandarma komando taburu 37 bölük, yani; 8385 askeri personel katılmıştır. Bu sayının içine polis ve özel timler dahil değildir.

*Operasyonda kullanılan mermiler tespit edilemeyecek çoklukta olup; 20 bin bomba, kimyasal gazlar ve iş makinaları kullanılmıştır.

*İlk kez cezaevi operasyonlarında (Bayrampaşa da gözlendiği gibi) skorski tipi savaş helikopterleri yeralmıştır.

*İlk operasyon Bayrampaşa’da sabaha karşı 5.30’da başlamış ve bir saat içinde 20 cezaevine yayılmıştır.

EDİRNE F TİPİ CEZAEVİ
Tutsaklardan Hacı Demirkaya’nın aktarımına göre; Tutsaklar Edirne F Tipine girişte beş ayrı odada özel olarak işkence ve sorgulamalara alınılmıştır. Birinci odada parmak izi alımı ve fotoğraf çekimleri, ikinci odada beden ölçüleri ve vücut özelliklerinin tespiti, üçüncü odada zorla döverek soyma yoluyla işkencenin dozu artırılmak suretiyle “ellerinde eldiven olan işkencecilerce hayaları sıkılmış”tır. Dördüncü odada saç ve sakalları yolunarak rastgele ve aşağılayarak kesilmiş, beşinci odada tekrar fotoğraf çekimi yapılmıştır.

KANDIRA F TİPİ CEZAEVİ
Ümraniye cezaevi operasyonundan sonra Kandıra F Tipine gönderilen tutsakların ifadesi ile; girişte “en büyük asker bizim asker” diye bağırmaları için işkence ve dayağa maruz kalmışlar, “istiklal marşı söylenmesi” yönünde dövülmüşler ve “askerlerin çamurlu botlarını öpmeleri” için aşağılanmış, zorlanmışlardır. Bütün bunları yapmadıkları gerekçesi ile “joplanmış, falakaya yatırılmış, cinsel tacize uğratılmış, hayaları sıkılmış, yaygın bir uygulama olarak jopla tecavüze uğramışlardır.”

F Tiplerine sevk edilenler tek ve üç kişilik odalara kapatılmıştır. Açlık ve ölüm oruçları artarak devam etmiştir. Tutsakların sağlık durumu işkenceler ve ölüm orucu nedeni ile kritik durumdadır. Tutsaklardan Hüseyin Kızıltoprak beyanında jopla tecavüze uğradığını, kelepçelerin sıkıştırması nedeni ile sağ kolunda hala uyuşma olduğunu ve hareket ettiremediğini, vücudunun darp izleri ve sigara söndürmeleri nedeni ile yanık izleri taşıdığını belirtmiş ve bunlar tespit edilmiştir. Tutsak Serdar Salman ise Ümraniye operasyonunda MP 5 silahıyla sağ omzundan vurulmuş ve kurşun sağ kolunda kalmış, diğer tutsaklarca cezaevinde kendi imkanları ile ameliyat edilmiş ve kurşun çıkarılarak yara dikilmiştir. Yaranın enfeksiyon kaptığı görülmüş ve gaz bombası nedeni ile gözleri 30/12/2000’e kadar kapalı kalmış. Vücudunda darp izleri mevcuttur ve özellikle yaralı koluna vurulduğu için dikişleri patlamıştır.

Kadın tutsaklara yaygın biçimde sözle ve elle cinsel tacizde bulunulmuştur. Bunlar sadece bir kaç örnek
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
devran

devran


Kadın
Mesaj Sayısı : 425
Yaş : 34
Nerden : istanbuldan
Kayıt tarihi : 24/01/08

ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ? Empty
MesajKonu: Geri: ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ?   ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ? Icon_minitimePerş. Şub. 21 2008, 19:56

F TİPİ CEZAEVLERİNDEKİ UYGULAMALAR

Dışardakiler:
*-F Tipi cezaevleri ile birlikte 12 eylül cezaevlerinin askeri uygulamaları yeniden hayata geçmeye başlamıştır ve uygulayıcıları da hiç farklı değildir. F Tipi cezaevlerinin personeli bu temelde özel yetiştirilmiştir. İlk sevklerin gelişinde ise tutsakları karşılayanlar ve mevcut baskı ve işkenceleri uygulayanlar jitem’in askeri üniformalı ve sivil kadrolarıdır.

*-Tutsak ailelerine ilk önceleri görüşme izni verilmemiştir. Sonra ki süreçte ise onur kırıcı, hareketlere varan ve soyarak çıplak aramalara tabi tutulan uygulamalara maruz kalmaktadırlar.

*-Tutsakların avukat görüşleri yine aynı baskı ve tehditler altında ve avukatlarında, ailelerin benzeri bir biçimde, küçük düşürecek denli aramalardan geçmeleri şartı ile yapılabilmektedir. Bu uygulamalara aileler ve avukatlar sadece F Tiplerine girişte değil, çıkışta da maruz kalmaktadır.

İçerdekiler:
*-Devrimci tutsaklar F Tipi cezaevlerinde, cezası kesinleşenler (hükümlüler) ve cezası kesinleşmemiş olanlar (tutuklular), tek kişilik ve üç kişilik odalara kapatılmışlardır.

*-Kafa derileri yüzülecek denli, saçları gelişi güzel kazınarak kesilmektedir.
*-Askeri nizamda ve savaş esiri muamelesi ile her sayımda “hazırol” konumunda beklemeleri dayatılmakta ve uymayanlar, düzenli bir sistematik içinde, dayak ve işkencelere maruz kalmaktadır.

*-İşkence ve dayak için özel bir birim kurulmuştur ve bu birim “müdahale grubu” olarak adlandırılmaktadır. Aynı uygulama 12 eylül askeri cezaevlerinde “şok mangaları” denilen ekiplerle yapılırdı.

*-Tutsaklar hiç bir şekilde birbirleri ile görüştürülmemektedirler ve havalandırmaya görevli gardiyanın insiyatifinde ve gözetiminde yalnız çıkarılmaktadır. Havalandırma kapılarının kilit mekanizması ise bu amaçla dışarıdan açılır ve kapanır biçimde yapılmıştır.

*-Şu anda açlık grevi ve ölüm orucunda oldukları için talepleri olan tuz, şeker ve temiz içme suyu talepleri karşılanmamakta ve musluktaki kirli suyu içmeye zorlanmaktadırlar. *-Ayrıca, kantin ihtiyaçları için ihtiyaç maddelerini tek tek dilekçe ile istemek zorunda bırakılıyorlar.

*-Giysi ve kıyafetler sınırlı ve ihtiyacı karşılamayacak oranda içeri alınmakta ve fazlasına yasak konulmaktadır.

*-Isıtma, F Tipi cezaevlerinin yeni olmasından da kaynaklı olarak yeterince yapılmamakta ve tek battaniye verilmektedir.

*-Avukat ve aile görüşmelerine çıkarken tutsaklar çırılçıplak soyularak aranılmakta ve onur kırıcı uygulamalara maruz kalmaktadırlar.

*-Sağlık durumları ile ilgili cezaevi doktorunun ilgilenmemesi, hala yaralı ve açlık grevinde olmaları nedeni ile daha bir önem taşımaktadır.

SON GELİŞMELER
F Tipi cezaevleri direnişi ve açlık grevleri, ölüm oruçları sürmekte ve ölüm oruçlarında ölümler artmaktadır.


Bazı çevreler ise bu tecrit tipi uygulamaya avrupanın “demokrasi”sinin kanserleşmiş iki yüzlülüğünden medet ummakta ve aynı uygulamaların avrupalı egemenler tarafından kendi rejim mualiflerine de uyguladığı görmezden gelinmektedir.

Mevcut adalet bakanı ise “ıslah” politikaları uyarınca, devrimci tutsakları ruhen ve bedenen teslim alma amacını perçinleyen yöntemlerini sık sık üreterek ifade etmektedir. Bunlardan bir tanesi de “ortak kullanım alanları” diye ifade edilen alanların kullanım şartlarıyla ilgilidir. Ortak kullanım alanlarından yararlanabilmek için idarenin “askeri disiplin ve kurallarına mutlak surette uymak” (25 mayıs 2001 tarihli gazetelerden) ilk şart… Gerisini sıralamaya sanırım gerek yok.

SONUÇ:
Bugün F Tipi Hapishanelerde tecrit edilen, birbirleri ile ve dışarı ile ilişkileri tamamen yalıtılan devrimci tutsakların hepsi, ayrı ayrı yöntemlerle ve yollarla da olsa; devrim ve sosyalizm mücadelesi için mücadele etmişler ve tutsak düşmüşlerdir. Bu amaçları nedeniyle mevcut alınteri hırsızları ve katliamlar cumhuriyetinin çeteci kapitalist rejiminin devrimci muhalifleri konumundadırlar.
Onlar ayrı bayraklarla da olsa, ayrı yollardan da olsa devrim ve sosyalizm mücadelesinin neferleridir ve bu yolda esir düşmüşlerdir. Devrimciler tutsaklık koşullarında dahi, hiç bir zaman yılmadan ve korkmadan, kapitalizmin zulüm kalelerini gerektiğinde bedenlerini bir bomba gibi kullanarak yıkmak için mücadele etmişlerdir. Devrim mücadelesi her yerde ve her zaman uzun soluklu ve kararlı mücadele neferleri ile sürekli hale gelecek ve nihai hedefine ulaşacaktır.

Dışarıda ve içeride hücreleri parçalama mücadelesi tereddütsüzce sürecektir. Ezilenlerin kurtuluşu için mücadele edenler, dün olduğu gibi bugünde bu mücadelenin bir parçası olmaya devam edecektir.
Devrimci tutsaklar mücadelenin onuru ve sabrıdır. Devrim mücadelesi sürdüğü müddetçe bu onur mücadelesi elden ele bir bayrak gibi taşınacaktır.
Eşitlik, özgürlük ve adalet ideallerinin bugün için artık ancak sosyalizmle hayat bulabileceği ve ezilenlerin topyekün kurtuluşunun da ancak sosyalizmle mümkün olabileceği gerçeğinden hareketle, devrimci tutsaklarla gerçek bir dayanışma; mücadeleyi tüm alanlarda ilmik ilmik örmekten ve yükseltmekten geçmektedir.

Ezilenlerin bütün kompartımanlarında yer alanlar; ezilmişlikleri kadar kurtuluşlarının da birer öznesidirler. Ezilenleri mücadelenin asli ve gerçek gücü haline yine kendi öz gücüne dayanan ve kendi zemininden beslenen öz-örgütlenmeleri getirecektir. Ezilenlerin kurtuluş hareketi gerçek gücüne bu zeminde ulaşacak ve devrimci örgütü olan partisi bu temellere dayanarak sınırsız ve sınıfsız bir dünyanın yolunu açacaktır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
ZULÜM NE YANA DÜŞER USTA ?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ATA-GENÇ :: DEVRİMCİ BİLGİLER :: Devrimci Bilgiler-
Buraya geçin: