ATA-GENÇ
|
| | ONA BİN YIL AZ | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Okay
Mesaj Sayısı : 639 Yaş : 36 Nerden : Samsun Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: ONA BİN YIL AZ Paz Şub. 17 2008, 01:17 | |
| ONA BİN YIL AZ
Ben bir çocuktum Oyunlar oynardım O genç bir delikanlı
Ben çoluk çocuğa karıştım Saçı sakalı ağarttım O hala bir delikanlı
Ben yılları göze alamadım Bir ömür çok geldi Ona bin yıl az gelir
Ben kendime tutsak Dosta, düşmana esir kaldım O hep özgür başı dik
Ben ecelimle bir gün ölürüm Toprağa karışıp toprak olurum O öyle DENİZ kalır | |
| | | devran
Mesaj Sayısı : 425 Yaş : 34 Nerden : istanbuldan Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Paz Şub. 17 2008, 02:34 | |
| buraya sevdiğim bazı şiirleri koyucam umarım beğenirsiniz arkadaşalr
ADI KAYIP
Deniz yok olursa diyor bir çocuk Balık kaybolursa Ne derim benden sonraki çocuklara İnsanlar kaybolurken gözaltılarda Çöllerde boğulan nehirler Ey çocuk Nasıl varır okyanuslara
Adı karanfil ki suçu rengidir Özgürlük dilinde bir imge Tutsaklık dilinde bir söylencedir Karanlıkta bir el koparır dalından Artık ölüme varmış bir işkencedir
Orman yok olursa diyor bir çocuk Ağaç kaybolursa Ne derim benden sonraki çocuklara İnsanlar kaybolurken gözaltılarda Dalından koparılan tomurcuk Ey çocuk Nasıl meyvelenir sana ve diğer çocuklara
Adı narçiçeği ki suçu patlamak Birdenbire güneşe haykırmak Ve güneş diliyle kıpkızıl çoğalmak Karanlıkta bir el koparır dalından Adı kayıptır artık Daha meyveye bile durmadan
Aç gözlerini o çığlıklaraı çocuk Kayıp analarının gözlerine bak O gözler ki karanfil kıvrımında nar çokluğu Sevda denizlerinde oğul ve kız yokluğudur Her biri bir depremdir yüreklerde Her biri açlık içinde zulüm tokluğudur
Sen ki bir badem dalısın baharda Yüzünde solgun bir yeşil akşamı Dalıyor gözlerin bir çağın artıklarına Kazılardan yeni çıkmış gibisin Bakışlarında düş fosilleri Güneşli bir yeşili özler gibisin
İnsanlar kaybedilirken ey çocuk İnsanlık adına Nasıl başlar bu yeşil ve mavi yolculuk Hangi gemi kalkar bu ülke limanlarından Hangi mavilikler karşılar seni Kıyılar zincir olmuş bileklerde Dalgalar yargısız infaz Al kalemi eline ey çocuk Yeşilin ve mavinin şiirini yeniden yaz adnan yücel | |
| | | devran
Mesaj Sayısı : 425 Yaş : 34 Nerden : istanbuldan Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Paz Şub. 17 2008, 02:36 | |
| Direnç Çiçeği
Yarım kalan hiçbir yolculuk yok bu yaşamda Birbirine Karıştırılan hiçbir boyut yok Onbeş yaş nedir ki Yılların sözle çizilen anlamında Ya bir duygu selidir aralıksız Ya da bir inanç fırtınası yüreğin Dirence açılan gençlik koylarında
Bir devrin sembolü diyorlar şimdi adına
Toprağa ölüm düştükten sonra Hiroşima’da Tüm bitkilerden önce yeşeren bir açelya Şimdi Kadıköy-Rıhtım’da Neyi çağrıştırıyor sana Sen söyle ey direnç çiçeği-neyi
Liseli bir kız iken / saçlarında rüzgarlar Cevizli tekelinde / ellerinde yarınlar Elleri utandırır Gözündeki söz senin / içindeki öz senin
Bir köpük onur uğruna kuruyan ırmaklar Ve gelenek denizlerinde ezgilenen ışıklar Henüz dile gelmedi İstanbul’u ezen suskunluğunda senin
Gazetelerde resimlerinle dolarken sayfalar Nedense söyleşilerde yalnızca Beyin hücrelerine yöneltiliyor sorular Sense ölüm rengine inat Tan maviliğince susuyorsun Yalnızca geçmişin Gelecekteki ölümsüz sesini yanıtlıyorsun Hani çok çok övmekten korktuğun O bin renkli açelyanın inançlı sesini Yanıtlıyorsun-gülümsüyorsun-susuyorsun
Bağrıdaki besteler / yüzündeki ezgiler Dile gelmez sözlerin / bilinmez ki ne söyler Dilleri utandırır Gözündeki söz senin / içindeki öz senin
Ey ovaların ateş ateş çölleştiği yerde Toprağın ırmak ırmak yüreklenişi sen Yarınlara selamını iletsin diye adın Damarlarına bağlanan yaşamı Ölümü kucaklarken ellerinle kopardın
Kurtarmak için enginlerin anlamını Gökyüzünü yere indirdiğinden beri Ya da silmek için bir damlanın yüzünü Bir okyanusun kucağına bastığından beri Ve bıçak sırtı bir dönem uğruna Bütün zamanı omuzlarına aldığından beri Adın bir açelyadır artık senin Koynuna ölüm düşürülen bütün topraklarda Bir açelya
Askıda falakada / her mevsimde dört açan Hücrede zindanlarda / güneşsiz ışık saçan Günleri utandırır Gözündeki söz senin / içindeki öz senin
Yepyeni sözcükler yeşeriyor şimdi Alnının ışıklı yamaçlarında Yüreğini içmek gerek duymak için Soluğunu solumak gerek Her dalıp gidişinde bin şiir çıkarıyor belki gözlerin Yaşama gözlerinle dalmak gerek
Bir devrin sembolü diyorlar şimdi adına
Dolar dolar gözlerin / varılmaz ki gizine Bir damlası bile / dökülmez ki yüzüne Selleri utandırır Gözündeki söz senin / içindeki öz senin
ADNAN YÜCEL | |
| | | devran
Mesaj Sayısı : 425 Yaş : 34 Nerden : istanbuldan Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Paz Şub. 17 2008, 02:38 | |
| YERYÜZÜ AŞKIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK
l Aşksız ve paramparçaydı yaşam Bir inancın yüceliğinde buldum seni Bir kavganın güzelliğinde sevdim Bitmedi daha sürüyor o kavga Ve sürecek Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek Bir bir çekilirken teslim bayrakları Göçmelerle taşarken Avrupa yolları Durdu bir avuç yiğit, bir tutam kır çiçeği Girdiler zulüm tufanına Onlar ki bir ayrık otu tarlasında Bir tutam çiçektiler, bir tutam çiçek Ve en dayanılmazında tufanların adlarını bile söylemediler İmgelerin en ulaşılmaz doruğunda ey herşey bitti diyenler Korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler Ne kırlarda direnen çiçekler Ne kentlerde devleşen öfkeler Henüz elveda demediler Bitmedi daha sürüyor o kavga Ve sürecek Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek Bir inancın yüceliğinde buldum seni bir kavganın güzelliğinde sevdim Bin kez korkuya boğdular zamanı bin kez ölümlediler yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz
ll yekpare mermer dediler adlarına ki her yerleri çamurla sıvanmış donmuş sanki üstlerinde sesler türküler bir ıslıkta yarım kalmış bazen kıyılarda çığlık çığlığa bazen doruklarda sessiz karanlığın silinişiydiler oysa sessizliğin tükenişiydiler ölüm oruçlarına dalıp gidenler
yekpare mermer dediler adınıza sularla birlikte aşıp çağları güneşle birlikte yükseleceğiz yeni doğumlarla yeni sevinçlerle zafere dek yürüyeceğiz
öyle yalansız öyle içten tepeden tırnağa maviydi herşey kara kapkara kirli bir mavi hele damatlıklar ve gelinlikler renklere zulüm bulaştı bir anda öyle kısır değildi dirençleri boğulmasın diye çöllerde nehirler ve bir adım daha atılmasın diye geri kanlarıyla yıkadılar gelinlikleri ey herşeye bitti diyenler bir selamımız var bugünün yarınına belki yenik belki yorgun ama umutlu ama soluklu ne kırlarda direnen çiçekler ne kentlerde devleşen öfkeler henüz elveda demediler enginleri savunan yoktu sanki nehirleri duyan yoktu başka taşlarla söyleştiniz her sabah yapraklara sordunuz kendinizi ve ıslak beton çıplaklığında karanfiller kopardınız topraktan her kokuda bir daha bir daha dirildi vurulanlar ölüm oruçlarına dalıp gidenler yekpare mermer dediler adınıza sularla birlikte aşıp çağları güneşle birlikte yükseleceğiz yeni doğumlarla yeni sevinçlerle zafere dek yürüyeceğiz öyle yalansız öyle içten ey bugünden yarınları görenler yekpare mermer dediler adınıza kavganın kuraklığında derinleşirken aşkın sularında sonsuzlaşırken gecenin karnında gündüzleşirken ölüm oruçlarında şiirleşirken ve kuraklığın yetmişbeşinci gününde bahçeler dolusu çiçekleşirken ey herşeye bitti diyenler bir selamımız var bugünün yarınına
belki yenik belki yorgun ama umutlu ama soluklu ne kırlarda direnen çiçekler ne kentlerde devleşen öfkeler henüz elveda demediler
lll sen ki bilirsin kır çiçeklerini hangi rüzgar dağıtırsa dağıtsın yeniden çoğalırlar ve bir gün güneşin suları öptüğü zaman özgürlük renginde sevgiyle açılırlar toprağın ilk sancısından beri kaç ihanet gördüler kaç güzelliği kurban verdiler ne yollar tükendi ne bahçeler belki yorgun belki yenik belki yaralı bitmedi daha sürüyor ve sürecek o kavga gözleri bağlı bir karanlıkta belki susulacak hiç konuşulmadan yaşam savunulacak belkide bir zamanlar usta bilinenler çıraklardan önce adlar, adresler sayacak kalabalık cehennemi bu yalnızlıkta yalnızca direnmeler suluyor çiçekleri yılmayan gözler dikiliyor ufuklara okuyorlar dayanmanın bitimsiz şiirlerini yaşayan kimdir gerçekte ölen kim yaşarken bile tükenenler, yılgın yılgın düşenler mi yoksa çekilip tarihin burçlarına bayrak bayrak düşenler mi işte Deniz, işte Mazlum, işte Fatih bitmedi daha sürüyor ve sürecek o kavga belki yenik belki yorgun belki yaralı bitmedi daha sürüyor ve sürecek o kavga yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Adnan YÜCEL | |
| | | devran
Mesaj Sayısı : 425 Yaş : 34 Nerden : istanbuldan Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Paz Şub. 17 2008, 02:45 | |
| Vatan Haini "Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. "Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmihalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması, topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
(28.7.962) Nazım Hikmet | |
| | | devran
Mesaj Sayısı : 425 Yaş : 34 Nerden : istanbuldan Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Paz Şub. 17 2008, 02:46 | |
| Bu Vatana Nasıl Kıydılar? İnsan olan vatanını satar mı? Suyun içip ekmeğin yediniz, Dünyada vatandan aziz şey var mı? Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler, saçlarından tutup sürüklediler, götürüp kâfire: "Buyur..." dediler. Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş, vatan çırıl çıplak yere serilmiş. Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş. Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Gün gelir çark düzüne çevrilir, günü gelir hesabınız görülür. Günü gelir sualiniz sorulur : Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
(1959 Nazım Hikmet | |
| | | devran
Mesaj Sayısı : 425 Yaş : 34 Nerden : istanbuldan Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Paz Şub. 17 2008, 02:51 | |
| Şeyh Bedreddin Destanı Bölüm 14 14. Yağmur çiseliyor, korkarak yavaş sesle bir ihanet konuşması gibi. Yağmur çiseliyor, beyaz ve çıplak mürted ayaklarının ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi. Yağmur çiseliyor, Serezin esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkânının karşısında Bedreddinim bir ağaca asılı. Yağmur çiseliyor. Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir. Ve yağmurda ıslanan yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin çırılçıplak etidir. Yağmur çiseliyor. Serez çarşısı dilsiz, Serez çarşısı kör. Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü. Yağmur çiseliyor. Nazım Hikmet | |
| | | Okay
Mesaj Sayısı : 639 Yaş : 36 Nerden : Samsun Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Paz Şub. 17 2008, 12:51 | |
| hepsi çok güzel gerçekten.. paylaşım için sağol.. | |
| | | devran
Mesaj Sayısı : 425 Yaş : 34 Nerden : istanbuldan Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Paz Şub. 17 2008, 16:32 | |
| - Okay demiş ki:
- hepsi çok güzel gerçekten.. paylaşım için sağol..
beğendiğine sevindim ben buraya sevdiğim şiirleri koymaya devam edrim madem ( yüzsüzlüğünnde bukadarı diyosun ama işte ne yaparsın ben böyleyiim ) | |
| | | Okay
Mesaj Sayısı : 639 Yaş : 36 Nerden : Samsun Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Paz Şub. 17 2008, 17:48 | |
| öyle bişey demiyorum, dememde | |
| | | devran
Mesaj Sayısı : 425 Yaş : 34 Nerden : istanbuldan Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Ptsi Şub. 18 2008, 18:05 | |
| 33 KURŞUN Bu dağ Mengene dağıdır Tanyeri atanda Van'da Bu dağ Nemrut yavrusudur Tanyeri atanda Nemruda karşı Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur Bir yanın seccade Acem mülküdür Doruklarda buzulların salkımı Firari güvercinler su başlarında Ve karaca sürüsü, Keklik takımı... Yiğitlik inkar gelinmez Tek'e - tek doğüşte yenilmediler Bin yıllardan bu yana, bura uşağı Gel haberi nerden verek Turna sürüsü değil bu Gökte yıldız burcu değil Otuzüç kurşunlu yürek Otuzüç kan pınarı Akmaz, Göl olmuş bu dağda... 2. Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı Sırtı alacakır Karnı sütbeyaz Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı Yüreği ağzında öyle zavallı Tövbeye getirir insanı Tenhaydı, tenhaydı vakitler Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı Baktı otuzüçten biri Karnında açlığın ağır boşluğu Saç, sakal bir karış Yakasında bit, Baktı kolları vurulu, Cehennem yürekli bir yiğit, Bir garip tavşana, Bir gerilere. Düştü nazlı filintası aklına, Yastığı altında küsmüş, Düştü, Harran ovasından getirdiği tay Perçemi mavi boncuklu, Alnında akıtma Üç topuğu ak, Eşkini hovarda, kıvrak, Doru, seglavi kısrağı. Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde! Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı, Böyle arkasında bir soğuk namlu Bulunmayaydı, Sığınabilirdi yüceltilere... Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir, Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı, Yanan cıgaranın külünü, Güneşlerde çatal kıvılcımlanan Engereğin dilini, İlk atımda uçuran Usta elleri... Bu gözler, bir kere bile faka basmadı Çığ bekleyen boğazların kıyametini Karlı, yumuşacık hıyanetini Uçurumların, Önceden bilen gözleri... Çaresiz Vurulacaktı, Buyruk kesindi, Gayrı gözlerini kör sürüngenler Yüreğini leş kuşları yesindi... 3. Vurulmuşum Dağların kuytuluk bir boğazında Vakitlerden bir sabah namazında Yatarım Kanlı, upuzun... Vurulmuşum Düşüm, gecelerden kara Bir hayra yoranım çıkmaz Canım alırlar ecelsiz Sığdıramam kitaplara Şifre buyurmuş bir paşa Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Gül memeler değil Domdom kurşunu Paramparça ağzımdaki... 4. Ölüm buyruğunu uyguladılar, Mavi dağ dumanını ve uyur-uyanık seher yelini Kanlara buladılar. Sonra oracıkta tüfek çattılar Koynumuzu usul-usul yoklayıp Aradılar. Didik-didik ettiler Kirmanşah dokuması al kuşağımı Tespihimi, tabakamı alıp gittiler Hepsi de armağandı Acemelinden... Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız Karşıyaka köyleri, obalarıyla Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, Komşuyuz yaka yakaya Birbirine karışır tavuklarımız Bilmezlikten değil, Fıkaralıktan Pasaporta ısınmamış içimiz Budur katlimize sebep suçumuz, Gayrı eşkiyaya çıkar adımız Kaçakçıya Soyguncuya Hayına... Kirvem hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Gül memeler değil Domdom kurşunu Paramparça ağzımdaki... 5. Vurun ulan, Vurun, Ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm, Karnımda sözüm var Haldan bilene. Babam gözlerini verdi Urfa önünde Üç de kardaşını Üç nazlı selvi, Ömrüne doymamış üç dağ parçası. Burçlardan, tepelerden, minarelerden Kirve, hısım, dağların çocukları Fransız Kuşatmasına karşı koyanda Bıyıkları yeni terlemiş daha Benim küçük dayım Nazif Yakışıklı, Hafif, İyi süvari Vurun kardaş demiş Namus günüdür Ve şaha kaldırmış atını. Kirvem hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Gül memeler değil Domdom kurşunu Paramparça ağzımdaki... | |
| | | devran
Mesaj Sayısı : 425 Yaş : 34 Nerden : istanbuldan Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Perş. Şub. 21 2008, 15:53 | |
| ANADOLU Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?
Utanırım,
Utanırım fukaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?
Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne Iskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun ?
Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu'yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ? Ahmet Arif | |
| | | devran
Mesaj Sayısı : 425 Yaş : 34 Nerden : istanbuldan Kayıt tarihi : 24/01/08
| Konu: Geri: ONA BİN YIL AZ Perş. Şub. 21 2008, 15:54 | |
| HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
Ahmet Arif | |
| | | | ONA BİN YIL AZ | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|