O, bu dünyanın gördüğü
tek yıldızdı
Gülüşüne bin kurşun
sıksa da ölüm
unutma ki umuda
kurşun işlemez gülüm
...
Albay Selich: “Benigno’nun La Higuera savaşından (26 Eylül) beri ağır yaralı olduğunu, Coco ve diğerlerinin de orada öldüğünü biliyorum. Onun hâlâ yaşayıp yaşamadığını bana söyleyebilir misiniz Comandante?
Comandante: Albay hafızam çok zayıftır. Hatırlamıyorum ve sorunuzu nasıl yanıtlamam gerektiğini de bilmiyorum.
Albay: Kübalı mısınız yoksa Arjantinli mi?
Comandante: Ben Kübalı, Arjantinli, Bolivyalı, Perulu ve... Ekvadorluyum.
Anladınız mı?
Albay: Neden ülkemizde faaliyet göstermeye karar verdiniz?
Comandante: Köylülerin içinde yaşadıkları durumu görmüyor musunuz? İnsanın yüreğini burkan bir yoksulluk içinde vahşiler gibi yaşıyorlar. Terk edilmiş hayvanlar gibi tek bir odada uyuyor ve yemek pişiriyorlar, üstlerine giyecek elbiseleri yok.
Albay: Kübadakiler de öyle
Comandante: Hayır bu doğru değil!
Albay şunlara bakınız, (yanı başında yatan iki cesedi göstererek) bu çocuklar Küba’da istedikleri her şeye sahiptiler ve yine de ölmek için buraya geldiler.
...
8 Ekim 1967 günü uğursuz bir gündü.
Comandante Che Guevara bir gün öncesinde günlüğüne şunları kaydetmişti:
“Ordu kuşatılan 37 kişilik gerilla grubunun geçişini engellemek için Serrano’da 250 kişi bulunduğunu ve Acero ile Oro arasındaki bölgeye sığınmış olduğumuz yolunda bir haber yayınladı. Ama bu bir şaşırtmaca olsa gerek.
Yükseklik 2.000 metre.”
...
Ancak şafak sökerken bulundukları vadinin iki tarafını tutmuş askerleri gördüklerinde gerçekten de kıstırıldıklarını anladılar.
37 kişi değil sadece 17 kişiydiler. Çünkü gerillanın artçı birliğiyle irtibatları kopalı aylar olmuştu.
Bulundukları yerden çıkmaları çok güçtü ancak savaşmanın dışında bir seçenekleri de yoktu.
Che gerilla grubunu üçe böldü.
İlk grup yedi kişiden, ikinci grup dört kişiden, üçüncü grupsa altı kişiden oluşacaktı.
Böylelikle ilk grup çatışmayı sürdürür ve askerlerin dikkatini üzerlerine çekerken kalan iki gerilla grubunun kuşatmayı yarıp kaçma imkânı olacaktı.
...
Gruplar dağıtıldı ve saat 13.10’da gerilla ile ordu birlikleri arasındaki çatışma başladı.
Üç yüz metre uzunluğunda elli metre genişliğinde bir vadideydiler. Vadi çalılarla kaplıydı. Vadinin iki yamacı da askerler tarafından sarılmıştı.
Saat 13.10’da üzerlerine havan topu yağmaya başladı. Bir taraftan da makineli tüfek ateşi başlamıştı.
...
Uzun süren çatışmada öncü gruptan Arturo ve Antonio öldürüldü.
Büyük bir kayalığın arkasından M-2 tüfeğiyle ateş ediyordu ama biraz sonra tüfeğinin namlusuna bir mermi isabet etti.
Artık tüfeği yoktu.
Hemen belindeki tabancaya sarıldı ama şarjörün yerinde olmadığını gördü.
Artık savaşacak silahı yoktu.
O sırada bir mermi baldırına saplandı. Bir diğeri ise beresini delip geçti.
Willy’nin yardımıyla yine de vadinin yamacına tırmanmaya başladı. Fakat tırmandıklarında karşılarında silahını doğrultmuş onları bekleyen Çavuş Huanca’yı gördüler.
Artık esirdiler.
Bolivyalı askerler tarafından esir alınan iki kişiden yaralı olan Binbaşı Ernesto Che Guevara’ydı.
Üçe ayırdığı gerillanın birinci grubundaydı.
...
Che kendisini esir alan çavuşa kimliğini söyledi hemen.
Yakalananın Che olması büyük bir telaş yarattı. Herkes başına toplandı. O’nu hemen vadinin yakınındaki bir kasabaya La Hugiera’ya götürdüler.
O sırada öncü gruptan iki gerilla Pacho ve Reynaga’nın da bu sırada vurulduğunu öğrendi.
Kendisini yakalayanların başı olan Albay Selich’e gösterdiği ölüler bu arkadaşlarıydı Che’nin:
“Bu çocuklar Küba’da istedikleri her şeye sahiptiler ve yine de ölmek için buraya geldiler.”
...
9 Ekim sabahı La Higuera’ya inen helikopterde CIA ajanı Rodriguez de vardı. Rodriguez CIA’nın kurup eğittiği Fidel Castro karşıtı 2506. Tugay’dandı.
Odaya girdiğinde Che onu süzdü. Bolivyalıya benziyordu ama değildi. Küba hakkında çok şey bildiğine göre ya Kübalı ya da Porto Rikolu olmalıydı. Rodriguez, Che’yi doğruladı.
Rodriguez daha sormaya başlamadan Che onu uyardı:
“Sorgu vermeyeceğim.”
Sustu.
Rodriguez özellikle Fidel aleyhinde bir ifade almayı çok istiyordu ama Che reddetti.
Kendisini kurtaracak tek şeyin Fidel aleyhinde konuşması olacağını çok iyi biliyordu.
Sustu.
...
Az sonra yan odadan tek bir kurşun sesi duydu.
Tahmin etti: Willy’yi infaz etmişlerdi.
...
Sustu.
...
Dışarda üç yetkili vardı.
Biri Che’yi yakalayan Albay Selich, diğeri CIA ajanı Rodriguez ve yine Bolivya ordusundan Albay Zenteno.
Rodriguez, Che’yi kaçırmayı ve Panama’ya bir ABD üssüne götürmeyi aklından geçiriyordu. CIA’ya haber yollamış ama henüz cevap alamamıştı.
CIA’dan cevap gelmeden Albay Zenteno’nun telsizine şifreli bir mesaj geldi. Zenteno’ya emir doğrudan devlet başkanı Barrientos’tan gelmişti.
...
O sırada radyo haberleri veriyordu: Ordu birlikleri ile çatışmaya giren 7 gerilla ölü ele geçirilmişti.
...
Radyo haberini doğrulama görevi Çavuş Mario Teran’a verilmişti.
Emir büyük yerden, Başkan’dandı.
...
Teran odaya girdiğinde Che, Teran’a soğukkanlılıkla baktı ve son sözlerini söyledi:
“Beni öldürmeye geldiğini bliyorum. Ateş et ödlek alt tarafı bir adam öldüreceksin.”
Teran otomatik tüfeğini doğrulttu ve ateş etti.
Kollarından ve bacaklarından vurulan Che yere düştü.
Son gücünü kullanarak bileklerini ısırdı.
Bağırmadan ölmek istiyordu...
...
Öldü...
...
Ve öldürüldüğü yerde yeniden doğdu.
...
Santa Kruz...
La Higuera’ya çok uzak bir Bolivya kenti.
Küba hükümeti tarafından yaptırılan bir hastane.
Göz kliniği.
Hasta Mario Teran.
Doktorlar Kübalı.
Ameliyat başarılı...
Granma’da bir haber:
“Mario Teran’ın bir hayali ve düşünceyi yok etme girişiminden 40 yıl sonra, Che bir savaştan daha galip ayrıldı. Şimdi yaşlı bir adam olan bu kişi yeniden gökyüzünün ve ormanın renklerine dalabilecek, torunlarının gülümseyişleri ile keyiflenebilecek ve futbol maçı izleyebilecek.”
...
Mario Teran, Che’yi vurduğunda şair Nicolas Guillen ona şöyle sesleniyordu:
Bolivyalı küçük asker,
Bolivyalı küçük asker,
sırtında tüfeğin, gidiyorsun
tüfeğin Amerikan malı
tüfeğin Amerikan malı
Bolivyalı küçük asker
tüfeğin Amerikan malı.
Sinyor Barrientos verdi onu sana
Bolivyalı küçük asker
Mister Johnson’un armağanı
kardeşini vurman için
kardeşini vurman için
Bolivyalı küçük asker
kardeşini vurman için-
Kim bu ölü, bilmiyor musun
Bolivyalı küçük asker?
Bu ölü Che Guevara,
Arjantinliydi Kübalıydı
Arjantinliydi Kübalıydı
Bolivyalı küçük asker
Arjantinliydi Kübalıydı.
En iyi dostundu senin,
Bolivyalı küçük asker
yoksulların dostuydu
doğudan dağlara kadar
doğudan dağlara kadar
Bolivyalı küçük asker
doğudan dağlara kadar.
Gitarım tepeden tırnağa
Bolivyalı küçük asker
yas tutuyor, ağlamıyor
ağlamak insan işi
ağlamak insan işi
Bolivyalı küçük asker
ağlamak insan işi.
Sırası değil ağlamanın
Bolivyalı küçük asker
ele mendil yakışmaz şimdi
ele tırpan yaraşır
ele tırpan yaraşır
Bolivyalı küçük asker
ele tırpan yaraşır.
Para veriyorlar sana
Bolivyalı küçük asker
alıp satıyorlar seni
bu iş zalimin işi
bu iş zalimin işi
Bolivyalı küçük asker
bu iş zalimin işi.
Vakti geldi uyanmanın
Bolivyalı küçük asker
dünya ayağa kalktı
erkenden doğdu güneş
erkenden doğdu güneş
Bolivyalı küçük asker
erkenden doğdu güneş.
Doğru yolu tutmaya bak
Bolivyalı küçük asker
kolay bir yol değil bu
kolay değil, düzgün değil
kolay değil, düzgün değil
Bolivyalı küçük asker
kolay değil, düzgün değil.
Şunu öğrenmen gerek
Bolivyalı küçük asker
kardeş dediğin vurulmaz
kardeşini vurmaz insan
kardeşini vurmaz insan
Bolivyalı küçük asker
kardeşini vurmaz insan.
...
Bolivya Che’nin son gerilla denemesiydi.
İlki ise Küba’ydı.
Fidel’le tanıştığında Arjantinli bir doktordu.
Granma adlı gemiyle Küba’ya çıkartma yapan 82 kişilik gerilla grubuna doktor olarak katılmıştı.
Küba günlüğünde şöyle anlatır:
“5 Aralık sabahı hemen hiçbirimizin yürüyecek hali kalmamıştı. Yorgun düşen adamlarımız, biraz yürüdükten sonra uzun süre dinlenmek zorunda kalıyorlardı. Sonunda seyrek ağaçlarla kaplı bir ormanın yakınındaki şekerkamışı tarlasında mola verdik. Çoğumuz, ağaçların altında saatlerce pestil gibi serilip sızmıştık.
Öğleyin olağanüstü bir hareketliliğin farkına vardık. Askeri ve sivil uçaklar çevremizde cirit atıyordu. Adamlarımızdan bazıları, alçaktan ve yavaş uçan uçaklar tarafından görülebileceklerini hiç düşünmeden büyük bir gaflet içinde şekerkamışlarını kesmeye devam ediyorlardı.
Birliğin doktoru olduğum için adamlarımızın yara bereleriyle benim ilgilenmem gerekiyordu. O günkü son hastamı çok iyi anımsıyorum. Humberto Lamotte adında biriydi ve ömrünün son gününü yaşıyordu. Sahra kliniğimizden, fırsat olmadığından giyemediği ayakkabıları elinde olduğu halde çıktığı zamanki yorgun ve ürkek ifadesi hâlâ gözlerimin önündedir.
Arkadaşım Montane ile bir ağaca dayanmış, bir yandan yarım sosis ile iki peksimetten oluşan yavan yemeğimizi yiyor, bir yandan da çocuklarımızdan söz ediyorduk. O sırada ilk silah sesini duyduk. Birkaç saniye sonra da 82 kişilik birliğimizin üstüne metal fırtına gibi kurşun yağmaya başladı. Elimde, öyle nitelikli bir silah yoktu. Hasta, olduğum ve iyi bir silah benim elimde bir işe yaramayacağından kötü bir silahı tercih etmiş, iyilerini başkalarına bırakmıştım. Bu yürüyüş sırasında başlayan uzun bir astım krizi beni oldukça zavallı duruma düşürmüştü
O anda olayların nasıl geliştiğini tam olarak anımsamıyorum. Anımsadığım tek şey, çapraz ateşin altında Yüzbaşı Almeida’nın emir almak için yanıma geldiğiydi. Ama ortada emir verecek kimse yoktu. Daha sonra öğrendiğime göre, Fidel civardaki bir şekerkamışı tarlasında boş yere birliği bir araya getirmeye çabalıyormuş. Beklenmedik bu baskın oldukça ağır ve kurşun yağmuru ise son derece yoğundu. Almeida, birliğinin başına döndüğü sırada arkadaşlarından biri ayaklarımın dibine bir cephane sandığı bıraktı. İşaretle bunun ne anlama geldiğini sordum. Gayet iyi anımsıyorum, buruk yüzüyle bana ‘Cephane sandığı ile uğraşmanın sırası mı şimdi?’ gibi bir şeyler demek istedi ve ardından şekerkamışı tarlasında kayboldu.
Belki de ilk kez, büyük bir ikileme girmiştim. Kendimi adadığım tıp bilimiyle, devrimci bir asker olmak arasında bir seçme yapmam gerekiyordu. Ayaklarımın dibinde ilaç dolu bir çanta ile bir cephane sandığı yan yana duruyordu. İkisini birden taşımama olanak yoktu. Cephane sandığını tercih ettim ve ilaç çantasını arkamda bırakarak, şekerkamışı tarlasıyla aramdaki açıklığı aşmak üzere davrandım.”
...
Evet en yalın gerçek bu.
Che’nin ispatladığı gerçek, yalnızca Che’nin...
Kırk yıl önce doktor olup insanları iyileştirmekle uğraşacağına, gerilla olup insanları iyileştirecek bir devrimci düzen kurmaya girişti.
Ve kurduğu düzen o kadar başarılı oldu ki, kendisini infaz eden katilini bile iyileştirdi.
Kimbilir ilk başlarda annesi, babası belki hayıflanmıştır oğlunun doktorluk yerine devrimciliği seçmesine.
Pek çok doktora, daha doğrusu devrimcilik yerine başka meslekler seçip, insanlığa böyle daha faydalı olunacağı fikri ile kendini avutan ve kandıran tüm insanlara verdiği bir derstir bu Che’nin.
Kırk yıl sonra doktor Che’nin doktorluktan vazgeçerek devrimciliğini yaptığı düzen, bugün insanları iyileştirecek doktorlar yetiştiriyor.
Evet evet şu an Che aslında katili Mario Teran’a bakmıyor.
Che onu çoktan affederdi.
O basit ve kandırılmış bir askerdi.
Che şu an kendini kandıran başkalarına bakıyor.
Doktorlara...
Avukatlara...
Öğretmenlere...
Mühendislere...
Kendi mesleğinin insanlık için bir
hizmet, kendilerininse insanlık için birer
velinimet olduğunu düşünerek kendilerini kandıranlara...
Çünkü 40 yıl sonra kazanan Che oldu.
Devrimci olmayan doktorların, avukatların, mühendislerin, öğretmenlerin ülkeleri ve rejimleri insanlara eğitim, sağlık, adalet sunamıyor ama Che’nin ülkesi ve düzeni sunuyor.
Evet Che gülümsüyor, çünkü
gerilla başardı.
Mario Teran en fazla utanç içindedir.
Ama utancın büyüğünü
kandırılmışlar değil,
kendilerini kandıranlar ve
başkalarını kandırmaya çalışanlar yaşamalıdır...
...
Che’yi yeryüzündeki herkesten ve herkesten çok tanınır ve saygıdeğer kılan, sevilir, inanılır kılan ne peki?
Neden dünya tarihinde bunca insan, bunca komutan, bunca devlet başkanı geçti gitti de, hiçbiri tüm dünyada, tüm ülkelerde, tüm dillerde, tüm dinlerde, tüm kuşaklarda, tüm cinslerde onun eriştiği saygınlığa erişemedi?
...